18 Kasım 2009 Çarşamba

Börte Çine ve Alan Kuva efsaneleri (1)




Börte Çine ve Alan Kuva efsaneleri (1)
Yrd.Doç. Ergin Ayan

 

BÖRTE Çine ile ilgili olarak karşımıza çıkan efsanelerden ilki Ergenekon efsanesinde olduğu gibi, bir ulusun tamamiyle ortadan kaldırılmasından sonra yeniden dirilişini anlatır. Efsaneye göre Ergenekon’da çoğalan Türkler, dağın geçit verecek madenini yetmiş at ve yetmiş öküz derisinden yaptıkları körükle eriterek buradan çıktılar. Başlarına Börte Çine adı verilen bozkurt geçti. Sonra onun rehberliğinde sıradağları aştılar.


Köktürk İmparatorluğu’nun kuruluşundan kısa bir süre sonra 581 yılına doğru Soğdca yazılmış bir Bugut taş kabartmasındaki Tu-kiue efsanesi Çin yıllıklarında da yer almakta olup, Türklerin türeyişiyle ilgilidir. Bugut Yazıtı Köktürklerin ilk kaganlarını anlatır. Bugut Yazıtı ilk olarak S.G. Klyaştorniy ve V.A. Livşits tarafından 1971’de bir makale hâlinde yayınladıktan sonra, yeniden gözden geçirilerek ve İngilizce olarak Acta Orientalia dergisinin 26. cildinde (1972) bir daha yayınlanmıştır. Moğol arkeologlarından Dorçsuren 1956’da Moğolistan’daki Bugut şehrinin 10 km. kadar batısında Arahangay bölgesinde 6-8. yüzyıllardan kalma bir Türk mezarlığı bulmuştur. Buradaki kurganın yakınında kumtaşından bir yazılıtaş vardır. Yazılıtaşın yüksekliği 198 cm., genişliği 70 cm. kalınlığı 20 cm.dir ve kaplumbağa şeklinde bir kaidenin üzerine oturtulmuştur. Bu yazılı taşın dört yüzü de yazılıdır. Yazılı taş ve kaidesi toprağın 3 m. kadar derinliğine gömülmüş durumda iken çıkarılmış ve Arahangay bölge müzesine konulmuştur. Dolayısıyla yüzyıllarca toprağın altında kalmış olan kitabenin bazı satırları okunamaz hâle gelmiştir. Bu yüzden taş üzerinde kalan yazıların okunması ve bunlara anlam verilmesi oldukça güç olmuştur. Yine de bu yazıt üzerinde çalışan iki bilgin, çok önemli bir metin ortaya koymayı başarmışlardır. Yazıtın kaplumbağa kaide üzerine oturtulması, buranın bir hanlar kurganı olduğunu ortaya koymaktadır. Yazıtın üst kısmındaki kabartmada, belden yukarısı eski Türklerin efsanevî sembolü olan kurt, belden aşağısı ise insan olan bir figür bulunmaktadır. Şüphesiz bu kabartma Türklerin türeyiş efsanesine dayanmaktadır1. Mahan Tigin adına dikilmiş olan Bugut anıtındaki bozkurt-insan kabartması ile Çin kaynağı Çou-shu’daki kurttan türeme efsanesi karşılaştırıldığında Bozkurt’un Köktürk döneminde ve daha sonraki devirlerde efsanevî ata olarak telâkkî edildiğini göstermektedir. Hattâ Moğol kaynaklarında bu destanların benzerlerinin yer alması, tuğ, bayrak ve kılıç kabzalarında kurt başı motifinin işlenmesi bu hususu teyit etmektedir. Gerek Hun devrinde ve gerekse Köktürk devrinde kutsal bir ata mezarının bulunduğunu Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Köktürk kaganı muayyen zamanlarda devletin ileri gelenlerini yanına alarak bu ata mağarasına gidiyor ve orada kurbanlar keserek saygı duruşunda bulunuyordu2. Çünkü Köktürklerin menşe efsanesinde ataların bir mağarada kurttan türeyişleri konu ediliyordu.


Bu efsanenin en iyi anlatıldığı yer 556-581 yılları olaylarını konu alan, Çou-shu adlı Çin hanedan kroniğidir. Bu efsane, kroniğe çok yaşlı bir Türkün verdiği bilgilere dayanılarak kaydedilmiştir. Bu kronik Tang Hanedanlığı döneminde (M.S.618-907) İmparator Tai Zong’un emri ile 628’de yazılmaya başlanmış, 636 yılında tamamlanmıştır. Yazarı Ling Hu De Fen (583-666)’dir ve toplam 50 bölümden oluşmaktadır3.


Buradaki türeyiş efsanesiyle ilgili haber şöyledir: “Köktürkler eski Hunların bir koludurlar ve kendileri A-şi-na adlı bir aileden gelmişlerdir. Daha sonra Lin adındaki bir memleket tarafından mağlup edildiler. Tamamen öldürülen Köktürklerin içinde yalnızca on yaşında bir çocuk kalmıştı. Lin askerleri bu çocuğa acımışlar ve yalnızca çocuğun ayaklarını kesmekle yetinmişlerdi. Onu bir bataklığa atarak gitmişlerdi. Bu sırada çocuğun etrafında dişi bir kurt peyda oldu ve ona et vererek çocuğu besledi. Çocuk, büyüdükten sonra dişi kurtla karı koca hayatı yaşamağa başladı. Kurt da bu çocuktan gebe kaldı. Lin kralı bu çocuğun yaşadığını duyunca, onun da öldürülmesi için askerlerini gönderdi. Fakat kurt hemen kaçtı ve Turfan ülkesinin kuzeyindeki bir mağaraya gitti. Mağara geniş bir ovaya açılıyordu. Dört yanı çok sarp dağlarla çevrili idi. Kurt bu mağarada on tane çocuk doğurdu. Zamanla bu on çocuk büyüdü ve dışarıdan kızlar getirterek onlarla evlendiler. Böylece her birinden bir soy türedi”4.


Kurttan türeyiş efsanesi ilk defa Köktürklerde görülmez. Çin kaynaklarında yine kültür bakımından Hunlara benzeyen Vusunlar hakkında kurttan türeyiş efsanesine rastlamaktayız. Vusunlar göçebe olarak yaşarlar, âdetleri Hunlara benzer, yalnız hanlarının adı Kun-mo ya da Kun-mi’dir. Yüe-çilerin halkıyla Dun-huang’da beraber yaşadıkları zamanda bu kavimle kaynaşmışlardır. Ancak bu iki kavim arasında savaş çıkınca, hanları Yüe-çiler tarafından öldürüldü ve küçük prens Kun-mi, ülkeden dışarı atıldı. Bir kurt bunu emzirdi, kuşlar buna et getirdiler ve kanatlarıyla himaye ettiler. Prens daha sonra Hunlar tarafından alınıp büyütüldü ve ülkesinin hâkimi oldu5.


W. Eberhard’ın kaydettiği bu bilgiler Han-shu adlı Çin kaynağından alınmıştır. M.Ö. 206-M.S. 23 arasındaki 230 yıllık tarihî olayların kaydedildiği eser, 120 bölüme ayrılmıştır. Yazarı Ban-Gu (M.S. 32-92) bu eseri M.S. 82 yılında yazmıştır. Han-shu, Batı Han dönemi tarihi araştırmalarında en önemli kaynaktır. Batı dillerine yapılmış tam bir tercümesi yoktur6.


Yüzyıllar sonra IV. Yüzyılın sonlarına doğru Vu-sun efsanelerine Türk kavimlerinden biri olan Ting-linglerde tekrar rastlıyoruz. “Bir Hun hükümdarının son derece güzel iki kızı vardı. Bir ölümlüye verilemeyecek kadar güzel bulduğu için kızlarını Gök’e sunmaya karar verdi. Bu amaçla onları büyük bir kuleye hapsetti. Bir kurt geldi. Üç ay boyunca kulenin çevresinde dolandı, sonra yuvasını kulenin dibine kurdu. Prenseslerden biri kızkardeşine dedi ki: Hükümdar babamız bizi Gök’ün kadınları olmaya adadı. Bu gelen kurt Gök’ün gönderdiği bir yaratık değil mi? Kurdun karısı oldu ve dünyaya getirdiği çocuklar da kabilenin ataları oldular”7. Buradaki bir kurt tarafından gebe kalınma efsanesi Vey-shu adlı Çin kaynağında anlatılmaktadır. Eserin yazımına 551’de başlanmış ve 554’de bitirilmiştir. 124 bölüm olup, kurtla ilgili efsane 103. bölümde yer almaktadır. IV-VI. yüzyıllar arası Kuzey Vey Hanedanlığı tarihini kapsamaktadır. Müellifinin asıl adı Bo Qi’dir. Döneminin ünlü aydınlarından olup, devlet tarihi yazımı ve imparatorluk günlük raporlarının derlenmesi çalışmalarına katılmıştır.


Çin kaynaklarında, kitabelerdeki kabartmalarda, destanlarda ve çeşitli tarihî kaynaklarda kurt başının Köktürklerin sembolü olduğu açıkça görülmektedir. Şehnâme adlı ünlü İran yapıtında da Turanlıların kurt başlı bayraklarından iki defa söz edilmesi Çin kaynaklarını doğrulamaktadır8. Çin kaynakları bu konuda “kurttan türediklerine inandıkları için, bayraklarının tepesinde altından yapılmış bir kurt başı vardır” diyorlardı. Köktürk İmparatorluğu zamanında ve hattâ ondan sonra da rütbe ve bağımsızlık verme alâmeti olarak kurt başlı bayrak özel bir önem taşıyordu. Çinliler bile Türk kavimlerini etki altında tutabilmek için bu bayrağı kullanma yoluna gitmiştir9.


Köktürklerden sonra Uygurca Oğuz Destanı’nda Oğuz Kagan’ın Urum Kagan üzerine sefere giderken, hattâ diğer bazı seferlerinde gök yeleli gök tüylü bir kurdun (Kök-Böri), ışıkta uluyarak önüne çıkıp ona rehberlik ettiğini okuyoruz. Bu destanda Kök-Böri şöyle anlatılmaktadır: “Oğuz Kagan’ın sol yanında Urum adında bir kagan vardı. Oğuz Kagan’ın sözünü dinlememek, arkasından gitmemek üzere diretti. Oğuz Kagan da hazırlıklarını yapıp, bayrağını açarak ordusuyla onun üzerine yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağ* adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kagan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan çıkan gök yeleli, gök tüylü bir kurt Oğuz Kagan’a hitap ederek: Ey Oğuz sen Urum üzerine yürürken ben de sana yol göstermek istiyorum. Oğuz Kagan ordugâhını kaldırınca gördü ki, bu erkek kurt askerin önünde izci gibi yürümektedir. Nihayet Kök-Böri birkaç gün sonra İdil-Müren nehri boyunda durdu ve Kara Dağ önünde savaş başladı”10.


Bu destanda Kök-Böri’nin Oğuzlara kılavuzluk etmesi, onun mitolojik olarak Türk kültüründeki yüksek yerini yansıtmaktadır. Oğuz Destanı, Alp Er Tunga Destanı’ndan sonraki en eski Türk destanıdır. Bu destanın İslâmî dönem kültüründen hiç etkilenmemiş ve Uygurca yazılmış olan eski bir şekli Paris Millî Kütüphanesi’nde (Bibliothéque National, Türkçe Yazmalar Bölümü No. 1001) bulunmaktadır. Oğuz Destanı’nın en eski kısmı, IX.-X. asırlara kadar gelmiştir. Destanın başlangıç ve bitiş tarihleri de kesinlik kazanamıyor. Halbuki, daha sonraları Reşîdüddîn ve Ebû’l-Gâzî Bahadır Han tarafından yazılan Oğuz Destanlarının, daha önceki destanların aslı alındıktan sonra zamanın şartlarına göre güncelleştirilmeleri ile ortaya çıktıkları anlaşılmaktadır. Uygurca Oğuz Kagan Destanı’ndaki bazı ayrıntılar, bu destanın Hyong-Nu (Hun) devrine ait olduğunu açıkça göstermektedir. Meselâ Oğuz Han’ın babasıyla savaşması, Büyük Hun hükümdarı Mao-dun’un (Mete) babası Teoman ile savaşması olayının aynıdır.


Shi-shi adlı Çin kaynağında Mete’nin, babası Teoman ile savaşıp tahta çıktığı ayrıntılı olarak ve Oğuz Destanı’yla da örtüşerek anlatılmaktadır11. Nitekim bu teori gerek M. F. Köprülü ve gerekse Deguignes ve Biçurin gibi bazı yabancı âlimler tarafından kabul görmüştür. Z. V. Togan ise, destanda Mao-Dun adının açıkça geçmediğinden söz ederek, Mete’nin oğlu Ki-ok’un Kün Han olabileceğini ve devrine ait bilgilerin Oğuz destanıyla örtüştüğünü ifade ederek, yukarıdaki âlimlerin görüşlerine katılmaya eğilim göstermiştir. Bana göre Oğuz Destanı yazıya geçirilene kadar, Türk tarihinin en eski sözlü kaynağı idi ve kuşaktan kuşağa içeriğine yeni kişi ve olaylar eklenerek aktarılmıştır. Hattâ bu destan Orta Asya’daki diğer komşu kavimlerin de ortak tarih ve kültür kaynağı olmuştur. Meselâ, benim Türkçe’ye tenkitli tercümesini yapmış olduğum, Johann De Plano Carpini’nin Moğol Tarihi’nde yer alan bazı bilgiler çarpıcı bir örnektir. 1245-1247 yılları arasında Moğolistan’a elçi olarak giden Carpini, Moğollardan duyduğu tarihî rivayetleri eserine kaydederken “it başlı” insanlardan bahsetmiştir12. Plano Carpini burada Moğol öncesi dönemine ait olan ve Reşîdüddîn’in Oğuznâmesi’nde geçen, Oğuz Han’ın kuzeydeki İt-Baraklar üzerine yaptığı seferi13 Moğollardan, Cengiz Han’a yakıştırılan şekliyle dinlemiş ve eserine kaydetmiştir. Gerçekte Cengiz Han’ın orduları hiçbir zaman bu kuzey havalisine kadar gitmemişlerdir.


(Devamı var)






DİPNOTLARI






1- S. Çağatay-S.Tezcan, “Köktürk Tarihinin Çok Önemli Bir Belgesi: Sogutça Bugut Yazıtı”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1975-1976, Ankara 1976, s. 245-252.


2- Çou-shu, 50, 2a.; Bu Mağara kültürünün diğer Türk kavimlerinde hususen de To-ba’larda bulunduğunu W. Eberhard (Çin’in Şimal Komşuları, çev. Nimet Uluğtuğ, Ankara 1996, s. 80) kaydediyor. To-ba’lar Şansi eyaletinde ünlü Budist mağaralarını yapmışladır. Fakat imparatorların bu mağaraları çok sık ziyaret etmeleri göze çarpmaktadır. Bu ziyaretlere vekayinamelerde işaret edilmiş olması, halbuki başka ziyaretlere ait kayıtların bulunmaması da dikkat çekmektedir. To-ba’larda mağara mabedi inşa etme eğiliminin, Hunlardan beri gelen bir mağara kültü ile ilgili olması ihtimal dahilindedir.


3- S.Orsoy, Çin’in Resmî Hanedanlık Kayıtlarında Türk Tarihi İle İlgili Belgeler, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları (Sinoloji) Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 26 vd.


4- Karş. B. Ögel, s. 20 vd.


5- Eberhard, s. 105.


6- Bazı bölümleri İngilizce ve Almanca bazı eserlerde verilmiştir: H. Dubs, The History of the Former Han by Pan Ku, London 1944; De Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin 1921.


7- W. Eberhard, s. 73; Karş. J.P. Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çev. A. Kazancıgil, İstanbul 2001, s. 198.


8- F. Köprülü, “Bayrak”, İA, II, s. 404.


9- B. Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, VI, Ankara 2000, s. 309.


*Veya Muz Dağ


10- M.F. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1980 (2. basım), s. 49; B. Ögel, Türk Mitolojisi, I, Ankara 1998, s. 119 vd.; Karş. S. Sakaoğlu-A. Duymaz, İslamiyet Öncesi Türk Destanları, İstanbul 2003, s. 222 (İnceleme metin kısmı, Uygur Harfli Oğuz Kagan Destanı)


11- Burton Watson, Records of the Grand Historian of China Translated From the Shih Chi of Ssu-Ma Ch’ien, II, Columbia 1962, Bölüm 110, s. 61.


12- Johann De Plano Carpini, Moğol Tarihi ve Seyahatnâme, çev. Ergin Ayan, Trabzon (tarihsiz), s. 61.


13- A.Z.V. Togan, Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznâmesi,Tercüme ve Tahlili, İstanbul 1982 (2. baskı), s. 24 vd.












0 yorum:

Yorum Gönder